Herkesin tanımı kendisine tabii ki, (belki) ilk kez Woody Allen filmlerinin arka planında bilmeden ve bir üniversite yurdunda gece yarısını çoktan geçmiş bir saatte izlediğim Shame filminde Carrey Mulligan sesiyle ilk kez dinlediğim New York New York şarkısıyla sevmeye başladığım New York, artık benim için tanıdığım bütün ABD'li ve diğer yabancı arkadaşlardan kartlarını isteyecek ve koleksiyonunu yapacak kadar sevdiğim bir şehir haline gelmiş. Bunu how i meet your mother'ı izlerken bir kez daha anladım. mimar odaklı bir göz olmanın gerekliliği olsa gerek ki bu kadar güzel anlatıldı, gösterildi. bu diziyi izlerken bir yandan o şehirde yaşayan Necdet Yılmaz'ın kış temalı karikatür ve fotoğraflarında da o görüntüleri görmek bir müddet o şehirde yaşamışım da özlediğim "eski" bir şehir haline gelmiş gibi hissettirdi. böyle bir şeyi daha önce hiç hissetmemiştim. dönüp bakınca "senin bütün bir gün bir sokağı seyrettiğin olmuş mudur/ bir kentin herhangi bir kentin/ şimdi bu kenti tepiyoruz ya/ her kent bir yaradır bende" diyen ilhan berk'in bu satırları dahil yıllardır hâlâ ve hâlâ inatla anlamlandırmaya —ki logos kitabına düştüğüm "anlamlandırmak ölümdür" notu da "böyle çıktık sonra akşama akşam dediğimize/ bir denize bir denizin birdenbireliğine" satırlarındaki istanbul'da denize çıkan ve dünya'nın en güzel sokağı dediğim yokuş aşağı giden sokak da buna dahil— çalıştığım ve geride bıraktığım şehir"ler" varken hiç görmediğim bir şehir bana bunu nasıl hissetirdi anlamak güç. anlamak ya da anlamlandırmak gibi bir gayem de yok açıkçası. tuhaf, güzel bir şey sadece.
bildiğim birkaç şey daha var frank sinatra'nın new york new york şarkısı, woody allen'ın new york'u ve esas meselemiz dizinin new york hali yani bir new york masalı hali. izlediğim onca dizi varken diziyi yeni bitirmenin daha dumanı tüterken rastgele bir bölüm açıp izlediğim ilk dizi. kendi aldıklarım toplu olarak şurada ve aşağıda.