6 yıllık kayıt olmasına birkaç ay kala böyle gayet sıradan hatta zorlarsak varoş diyebileceğimiz bir başlığı olan yazıya şöyle bir başlangıç yapmak ne kadar doğru olur diye geçiriyorum içimden; "Yazı yazmanın sorunları, elbet, yazıyla birlikte başlar. "Her şey kağıdın başına oturmamla başlıyor." diyen yazarları çok iyi anlıyorum. (bkz) Düzgün yazan bir kalem, rahat oturulabilen bir sandalye ve yazıya uygun bir masa olmadığından ne yazık ki kâğıdın başına değil de biligisayarın başına oturmakla başlıyor her şey. Gönül isterdi ki hiç olmazsa "daktilonuın" başına geçmekle başlasaydı her sey... de işte daktiloyu bir daha nerede bulacağız, bulduk diyelim nasıl kullanacak, bakımın nasıl yapacağız. Görüyorsunuz ya işte her şeye hazır bir cevap bulunabiliyor... Böyle olması iyi bir şey değil.

Yazı yazarken başkalarının okuma riskiyle karşı karşıya olduğumuzdan ister istemez dağınık yazmamaya, belirli bir sıra gözetmek, otosansür değil de "bunu kimsenin bilmesine gerek yok, yazmasam da olur" dediğimiz yerde belki ileride o yazıyı okuduğumuzda tam da yazdığımız o anda aklımıza gelen bir imgeyi yazıya sıkıştırıvermişizdir de daha sonra okuduğumuzda belirli bir gelişmeyi, geri gitmeyi yıllarca gizliden düşünüp bir sonuca ulaşamadığımız düşünceyi neticelendirmeye yarar. Şimdi bir kez daha aklıma geldiği üzere Bilge Karasu'nun Ne Kitapsız Ne Kedisiz kitabındaki imgeler hakkında yazdıklarını tekrar tekrar ve tekrar ara ara sık sık okumak gerekliliği gibi veya ilk kez uzun bir köy gecesinde tek gözlü bir lojmana gelen bir mektupta rast gelinen Yusuf Atılgan'a ait "tutamak" sözcüğü... Uzatmak istiyorum çünkü bu şekilde kendim için ileriye ekmek kırıntıları bırakabileceğimi umuyorum. Ummaktan daha iyisini yapmak da gelmiyor içimden açıkçası. Her neyse, yukarıda "görüyorsunuz ya" derken Karanfil elden ele yazasım vardı şimdiye nasip oldu. Soran olmaz ama hadi soruldu diyelim "şiir okuyan biri değilim" demeyi ciddi ciddi düşünmem gerek diyorum şimdi. Çok uzun zaman oldu çünkü okumayalı. Bana gönderilenlere de şöyle bir bakıyorum. Nedenini anlamak güç. Nedenini anlamak güç derken yine bir Bilge Karasu cümlesi geçiyor aklımdan askerdeyken okuduğum ama şimdi ismini bile hatırlayamadığım kitaptan, telefondaki notları kurcalamak gerek. *buraya not düşerim

Üniversite yıllarında yazdıklarını bana gönderen biri vardı, yurdun çatı katına çıkan merdivenlerinde oturur yazdıklarını tartışırdık. Ona söylediğim bir cümleyi birkaç gün sonra Nur Yazgan'a söylemiştim, şimdi düşünüyorum da terlikle dövseydi daha iyi olurdu hiç olmazsa şimdi neredeyse 8 yıl geçmesine rağmen o gün söyledikleri şimdi bile kulağımda çınlamaz ne terlik yedim ama der geçerdim. Dergi yazılarının düzeltilerini yapmama rağmen şimdi bile kimsenin yazdıklarına yaklaşma cesaretim yok. Bunun da böylesi olması gerekiyormuş. Bu güzel bir şey. Diğer güzel şeyse hiçbir şey ile uğrasmamama rağmen orada buradayken, kıyıda köşedeyken, birinin getirdiği bir bardak sıcak veya soğuk içecekte aklıma gelen ya da duyduğum şarkılar. Sadece istediğim, isteyebileceğim herhangi bir şarkı olur da o an dinleyemem korkusuyla aldığım dev boyutlu hafıza kartları ve telefonlardan vazgeçmiş, mütevazı sayılabilecek bir hafızası olan telefonla dolaşmama rağmen geçmiş yıllardan kalma alışkanlıkla kafamda çalan şarkıları buraya not almak istemem ki onlar da şimdilik şudur.