İnsan bazen ne yapacağını, olaylara nasıl tepki vereceğini, ne yazacağını bilemiyor. Bazı şeyler öyle çok uzun zaman orada kalmıştır ki artık kanıksamış yok saymaya alışmıştır. Son damlaya kadar. O tek damla işte. İşleri freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı süren o son damla... Şimdi aklımdakileri buraya niye yazma ihtiyacı hissediyorum bilmiyorum, ama gün içinde o kadar uzun süre ruberu ve telefonda farklı kişilerle konuşmama rağmen durulmanın yanına bile yaklaşamamışım ki yıllarca elimde kalan son koz olarak dinlediğim ve her zaman işe yarayan en uçtaki sabaton müzikleri saatlerce dinlemem bile fayda etmiyor ve elime geçen her şeyi kırmaya, fırlatmaya aksi bir şey söylemeye kalkan herkesi aynı hoyratlıkla kırmaya meyillim ki "son çare burasıdır belki" düşüncesiyle yazıyorum. Ama yine de bir yanım kendimi gizlememi, edindiğim ve artık benim bile kıramadığım kabuğu test etmeye dahi yeltenmemeye kararlı. Şu an bunları yazarken bile yanımı dinlemekle dinlememek arasında gidiyorum ve orta yolu bulmaktan da uzağım. Nereye gideceğimi, daha kim ya da kimlerle konuşmam gerektiğini ya da kimi karşıma alıp ağzıma geleni söyleyip elimdekileri fırlatmam gerekip gerekmediğini de bilmiyorum. Bu kadar "bilmiyorum" deyince her zaman olduğu gibi eski kız arkadaşımın "bir şeyi de bil be adam" sesi yankılanıyor kulağımda. Ne yapayım, bilmiyorum işte. Bilmiyorum yahu!

İşin tarjik yanı şudur belki de: yüzümü suya tutmaya karar verdiğim her an o suyu bulandırmaktan geri duymayan herkese karşı engellenemez bir öfke duymaya devam ediyorum. Bu böyle yıllardır devam ediyor. Devam da edecek. Bunu biliyorum bak. Olaylar iradem dışında gerçekleşmiş olsa da beni böyle okulun orta yerinde sinir krizine yakın bir şeye sürüklemesine, müdüründen öğretmenlerine hademesinden patronuna sonu gelmez bir şekilde bağırmama engel olmadı, bundan sonra da olmayacak. Bunu da biliyorum. En çok da buna içerliyorum işte. Hep ama hep diplomatik duruşuyla ünlü bir insanı bu hale getirmek. Sakinleşememin sebebi bu kabuk edinmeme neden olmaları. Ben, bence bu kadar yeter artık dedikçe "hop dedik, hayırdır?" der gibi bu düşüncemden geri adım atmama sebep olanlar. Konunun iş hayatındaki boyutu bu. Bir de özel hayattaki boyutu var. Belki bu kadar öngürülemez bir tepki vermemin sebebi bu özel hayatta suyumu bulandıran ahmaklar. Ahmak çok naif bir kelime kalıyor aslında ama ilerisine dilim varmıyor işte. Varıyordur belki de artık kalan "tek" arkadaşımla konuşurken. O ben de kalsın. Ne o suyu bulandırana öfkem geçecek ne de aracıya. Yazık ki bu böyle. Bir insanı iyilikle, güzellikle anmak için yıllarca uğraşıp o kara bulutların arasında ufacık bir mavilik yakalayıp "He lan, bak bu vardı. Güzeldi bak o an. Nasıl unuttun bunu?" demişken o ufacık maviliği tekrar üstelik bu sefer geri dönüşsüz kara bulutlara boğan selama yani suyu bulandıran cümleye. Buraya kaçtır yazdım bilmiyorum, "yalnız kendimi sevecek ve koruyacak enerjim var"ken böyle aptallıklara sebebi ne olursa olsun katlanmam mümkün değil. Gücüm yok çünkü. Tahammülüm de keza. Yalnız bırakılmak, kendimi dinlemek, kendimi toparlamak, kendimle başbaşa kalmak istiyorum. Kendim için, yalnızca kendim için yapmam gereken onca şey varken başka hiç kimseye ve hiçbir şeye tahammülüm yok...