şu cümleyi —tarih ve zaman derslerimde bile söylemekten çekinmediğime göre— söylemekten hiç bıkmayacağım sanırım, "zaman tuvalet kapısının hangi tarafında olduğunuza göre akar." biraz önce Nurcan Akad'ın deşifre edilen bir konuşmasını okurken geçti aklımdan bu cümle. artık pandemi ve maskenin olağan, karantinanın olağanüstü kabul edildiği bugünlere cuk oturan  bir cümle. mayıs ayında yapacak hiçbir şey bulamamaktan 70'ten fazla film izlediğim dönemde zaman ne kadar yavaş akıyordu. her gün işe gitmek zorunda kaldığım bugünlerde sadece işin yoğunluğu —ki uzaktan eğitim ve bilgisayar özürlü öğretmenlerimiz sağ olsun muhtemelen okuldaki en yoğun iş benim— değil kendi başıma açtığım işlerden de ötürü zaman akmıyor elimden kayıp gidiyor. şu an cumartesiyi pazara bağlayan gece ve saat 00.24'te bunları yazıyorum ama geçen hafta pazartesi ve ondan sonraki günlerin ne ara geçtiğine dair en ufak bir fikrim yok. okula çağrılan anadolu lisesi öğrencileri ile toplamda 6 saat derse girdiğimi biliyorum bunun dışında yaptığım hiçbir şey olmadı. hafızamı zorlasam da bulamıyorum. birkaç online konferansa katıldığımı hatırlıyorum ama onlar da belli belirsiz. ve her sabah öğretmenler odasına girer girmez nasılsınız hocam sorusuna her sabah aynı cevabı verdim, "yine uykum var kötüyüm yani." bu var yani bir de sürekli uykum var ya da sabahları her zaman uykuluyum. sivil havacı hocanın deyimiyle, "bidon gibi bardak"ta kapkara kahve içmek de bir işe yaramıyor çoğunlukla. en iyi çözüm zümre odasını üstüme kilitleyip masada biraz uyuklamak ama o da sürekli bölünüyor çünkü 2020 yılında mail göndermeyi bilmediği için telefonla arayanlarım var.

her neyse... elimden kayan zamanı tutmaya çalışırken çok -ama gerçekten çok- uzun zaman sonra ilk kez işe yarar ve bana yaşadığımı hatırlatan 3 şey yaptım. 8 yıl aradan sonra öğrenci olmaya karar verip uluslararası ilişkiler okumaya başladım. öğrenci olmaya başlamamla 10'dan fazla kitap alıp 3'ünü bitirdim o sırada okuduğum makaleleri saymıyorum. zaten yıllarca okuduğum, ilgilendiğim bir alanda artık akademik bir çaba harcamaya başlamak bunca yıl ne yepıyordum da bunu akıl edemedim sorusuna getiriyor beni. geç olsun güç olmasın kalıbına da katılmıyorum bu arada. güç olsun geç olmasın, niye geri getiremeyeceğim tek şeyi feda etmek zorunda kalayım?! bu akademik çaba beni alman merkezli bir vakfın 1 haftalık eğitimine dahil etmeye yardımcı oldu.bazı günler 6, bazı günler 8 saat süren eğitimler boyunca 4 yıllık tarih eğitimim sırasında tat(a)madığım heyecanı tattım. öyle ya, başka nerede ne zaman bürüksel'de çalışan bir akademisyenden ab'nin göç politikaları hakkında ders alabilecektim. geçiyorum... bu sürede bir de makale yazdım ve şu an ciddi yayınlayacak mecra seçiyorum. bu benim için öyle şaşırtıcı ve büyük bir adım ki. yıllar önce akademiye sırtını dönmüş -belki de zorunda kalan- biri olarak bunu şaşkınlıkla karşılıyorum. yani hâlâ inanamıyorum öyle bir makale yazdığıma. bu durum bana, aslında her zaman bir şeyler yapmaya hazır olduğumu ama meselenin sadece doğru zaman olduğu gerçeğini hatırlattı. nasıl ki zamanı gelmedi ya da hiçbir zaman gelmeyecek diye kitaplar dağıttıysam, filmler sildiysem bu da böyle bir şeydir. yani aslında her şey bir zaman meselesiymiş. öyle ya başka nasıl olurdu ki kimsenin evde olmadığı günleri fırsat bilip masayı balkona taşıma marifetiyle günde 10 saatten fazla bilgisayar başında kalıp yazardım? bu arada geçen yılın aralık ayında yazmam gereken  motivasyon mektubunu da 10 dakikada yazıp "belgeler" klasörüne kaydettim. 14 kişinin kabul edildiği akademiye ben de kabul edildim ve pazartesi gününden itibaren hem 13 sınıfın dersine girip -ki bu da geçen yılkı gibi sadece 9. sınıflar değil, 9, 10, 11, 12. sınıflardan oluşuyor. yani her sınıf için ayrı plan ve program gerekecek- hem iki günde bir 6 saat ders alacağım o arada da mail yollamayı ve herhangi bir sitede üyelik açmanın ya da uzaktan ders vermenin bir zorluğu olmadığı, sadece defalarca anlattığım ve paylaştığım sunuyu dikkatle incelemelerinin yeterli olduğunu anlatmaya çalışacağım.

işte, zaman böyle akıyor. mutlu muyum? uzun zaman sonra şu an belki evet diyebilirim buna. çünkü artık sadece bir başkası ya da bir kurum için değil bunların yanında kendim için de beni mutlu eden bir şeyler yaptığımın farkındayım. bu da beni "mutluluk bundan başka nedir ki?" cümlesiyle bitirmeye getiriyor.

p.s: hâlâ sadece kendimi sevecek ve koruyacak kadar enerjim var. sevdim ben bu kısıtlı enerjiyi...


Ethem Onur Bilgiç
Ethem Onur Bilgiç