*Bu yazı ilk kez blog.apopulerdergi'de yayınlanmıştıır.



Zorunlu karantina sürecinde evinde kalabilme şansına sahip insanlar için dönemin başında her yerden/ herkesten tavsiye yağmurları başlamıştı. Bana, “10 Adımda 12 Adım Atma Sanatı” gibi aptalca gelen, kendinizi şöyle yetiştirin, şunları okuyun, bunu yapın, bu online eğitime katılın, her zamanki saatte uyanıp (erken uyanmak zorunda bırakılmak insanlık suçu değilmiş gibi) pijamalarınızı çıkarın gibi en donanımlı kişiden en aptal kabul ettiğimiz kişilere kadar bir dolu şey dinledik, dinlemek zorunda kaldık. Bu yüzden baştan söyleyeyim, bu liste, karantina günleri için film tavsiye listesi değil, aksine uzun zamandır sinemayla arayı açıp 2 yılda 40 küsür diziyi ard arda bitiren biri olarak sinemaya tekrar dönmeye çabalarken izlediklerimi kayıt altına alma dürtüsüyle letterboxd’da oluşturduğum listede yer alan filmler. İçlerinde nasıl bittiğini anlamadıklarım da, bitirmek için kıvrandıklarım da var. Her listede olduğu gibi son derece subjektif olan bu kişisel listedekileri izleyip izlememek pek tabii size kalmış. Öte yandan, her gece en az 2 film izlemeye çalıştığımdan liste her gün biraz daha uzuyor. Buradaki listeye almadığım diğer filmler ve her gün güncellediğim liste için şu linki tıklayabilirsiniz.

Bin-Jip (2004)



Aşk filmi olmayan bir aşk filmi izledim. Elbette Kim Ki-dük. Şu sessizliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde sessiliği öyle güzel anlatıyor ki. Bir kez daha hayran kaldım yönetmene. Genç kadınların kendilerinden yaşça büyük erkekler ile evlendirilmesi, kadının ortamı yumuştma, erkeğin anlaşmazlıkları şiddete başvurmaktan çekinmeden halletmesi gibi iki zıt kutbu ve filmin sonlarında hayal ile gerçeğin ayırd edilemeyecek kadar flulaşmasını sessizce "göstererek" yapıyor. Kim ki-dük sineması olabildiğince yavaş aksa da hiçbir filmi pişmanlık uyandırmıyor. (en azından bende.) Kişisel bir de not lazım sanırım, yıllar önce filmi izleme listeme almış ama listenin kaybolmasıyla filmin adını da kaybetmiştim. İyi ki kaybetmişim. Filmi listeye aldığım o günlerde izlemiş olsaydım büyük ihtimalle izlemekten pişman olmuş bir halde kapatacak hatta belki tamamlayamayacaktım. Her kitabın, şiirin, öykünün bir zamanı varsa her filmin de kesinlikle bir zamanı var.

Les Choristes (2004)


 Zorlu bir okulda görev yapmak nedir, anlayışlı olmak çocuklara ne kazandırır, çocuklar nasıl kazanılır? Kadife gibi yumuşacık bir film. Daha önce bir Fransız filminden böyle etkilendiğimi hatırlamıyorum. Ayrıca bu filme özel mi bilmiyorum ama Fransızca, kulağıma ilk kez bu kadar güzel geldi. Koro ile söylenen şarkılar şimdiye dek dinlediğim en iyi şarkılar listesinde artık.

1917 (2019)

 

Nolan'ın Dünkırk'unu izledikten sonra renkleri bu kadar güzel olan bir film izler miyim düşüncesindeydim. Film görsel olarak beklediğimin çok çok üstündeydi. Sinemada izlemek istediğim nadir filmlerden biri ama mümkün olmadı. 2. Dünya Savaşı filmlerinin istilasından sonra 1. Dünya Savaşı'na ait böyle bir filmin olması bir sinema için bir kazanç. Ve evet, aksiyonu bol.

Perfect Sense (2011)


Sıradan bir salgın ya da basit bir aşk filmi değil. Duygular ve insan ilişkileri bence gayet güzel işlenmiş. Ortalamanın biraz üstünde iyi bir İngiliz filmi.

Dune (1984)


 Körlemesine, hakkında hiçbir şey öğrenmeden izlemeye başladığım film. Hemen hemen her filmde yaptığım şeyi bu filmde de böyle bir yol izemiş olmama sevindim açıkçası. Hikaye ne kadar olabilecekse o kadar sağlam ve orijinal. Çekildiği döneme göre de sinematografisini de beğendiğimi söyleyebilirim. Bilgisizliğimden mi bilmiyorum ama hikaye haricindeki çoğu şey Blade Runner'in ilk filmiyle çok benzer. Bu da başta biraz uzaklaştırsa da ilerleyen dakikalarda filmden alınan zevk bunu unutturuyor. Yine de daha iyi çekilebilirdi diyorum. Özgün bir bilimkurgu izlemek isteyen herkese öneririm. Not: Kitaptan uyarlanan filmleri izlemeden önce kitaplarını okuma alışkanlığınız varsa serinin 6 kitabı olduğunu hatırlatayım.

Once Upon a Time... İn Hollywood (2019)

 

Tarantino, şiddet ve kan sözünü her zaman tutuyor. Garip olan, Soysuzlar Çetesi'nden sonra Tarantino şiddetinden zevk alma. Film güzel kurgulanmış, dış ses hikayeyi iyi anlatmış sarının o güzelim tonları incelikle kullanılmış böylece zevkle izlenen bir film ortaya çıkmış. Özellikle son sahnede çivilenmiş gibi durup göz kırpmadan nefes almadan ne olacak diye gerilmek filmin zirvesine ve Tarantino'nun ihtişamına yakıştı. Bunu yapabilen çok az kişi var.

Joker (2019)


 Beklediğimden daha kötü. Anti kahraman klişesi. Black Mirror'un S1E2'sinden ne kadar nefret ettiysem Joker'den de o kadar nefret ettim. Filmdeki her şeyi hepimiz biliyoruz, göze sokulması ya da gazimizi alması değil bir çözüm önermesi lazım. Sinema bir sanattır diyorsak bunu istemeye hakkımız var.

Jupiter Ascending (2015)


 Filmin etiketinde yazan ve yöneten "The Wachowskis" yazması filmi izlemek için yeterli sebep ama ne yazık ki beklentinin çok çok altında hatta (eski isimleriyle) Wachowski Biraderler'e doktor bu ne demeyi hakkettiren orijinal bir hikayenin berbat edildiği bir film olmuş. Yine de bilim kurgu, uzay ve seti'ye meraklı olanların görselliği ön planda olan ve sahneler ile (klişe olmasına rağmen) gayet uyumlu müzikleri için ıskalamaması gereken bir film. Filmin sebep olduğu hayal kırıklığını ve Wachowskiler'in ne kadar büyük yönetmenler olduğunu hatırlamak için ilk Matrix ve Cloud Atlas'ı yeniden izleyerek atlatabilirsiniz

Star Trek (2009)


Sanirim 3. veya 4. izleyisim. Bir Star Trek filmi nasil olmali ile nasil olmamali arasinda gidip gelmeyi basaran bir J.J. Abrahms filmi. Bunda yonetmenin Star Trek'i daha once hic izlememis olmasi etkili olmus bence. Bilim kurgu, aksiyon agirliklim senaryolar icin iyi bir yonetmen olabilir ama isin icine felsefe ve arkasinda koca bir kulliyat olan filme gelince Abrahms, filmi cop edebiliyor. Bu gercegi en son Star Wars'in son filmimde gorduk ve neredeyse kufur ederek cikmistim salondan. Yine de aksiyon ve bol efektli film izlemek isteyen yeni nesil izleyicilerin Star Trek evrenini ilk kez bu filmde gorup evrene merak salanlarin oldugunu goz ardi etmemek gerek. Belki bu yuzden Abrahms'a tesekkur etmeli ama yine de 7-8 yil sonra gelen bir Star Trek filmi bu kadar kotu olmamaliydi. Star Trek hatrina 5/3.5

Noah (2014)

Yıllar sonra tekrar 2. kez izlenebilen nadir filmlerden. Rahatsız edici bir film olsa da Clint Mansell'in müzikleri bu "rahatsız" öğeleri öyle yumuşatıyor ki. Anthony Hopkins'i görmek de mutluluk sebebi. Emma Watson Harry Potter'da üzerine yapışan zeki güzel büyücü rolünü üzerinden atmayı başarmış ve orijinal bir karakter izletiyor bize.