Tarantino psikopatına hayranlığım herkesçe bilinmekte. Şu an gösterimde olan son filmi -ki vazgeçmezse sondan 2. filmi- Django Unchained (Zincirsiz diye çevrilmiş) hakkında NTV'nin sinema dergisi  Yer Gösterici'de Hasan Cömert (Kan Dolu İntikam), Sinan Yusufoğlu (Django'nun Dünyası) ve Kaan Karsan (Tarantino ve Şiddet) imzalı 3 yazı yayınlamış. Olur olmaz yerde spoiler uyarısı olmadan filmi anlatmaya başlar 2012 Kasım'ında haberdar olup bunca beklemiş/ sabırsızlanmışken filmi iç eder korkusuyla yazıyı okumadım. E tutup sayfayı kapatmak da içime sinmedi. Onun içün filmi izledikten sonra okunmak üzere buraya kopyalıyorum. Hem amme hizmeti olur. Olur değil mi? Filmi izledikten sonra okuyun diye de not düşeyim.


KAN DOLU İNTİKAM

Hasan Cömert

Not: Bu yazı filmin sürpriz gelişmelerini ele vermektedir. Film izlendikten sonra okunması önerilir.




Inglourious Basterds’ın senaryosundan bahsederken kurgusal gerçekliğe vurgu yapıyor ve ‘‘Hitler’i istediğim gibi öldürebilirdim. Bu benim filmimdi ve gerçekte nasıl öldüğü umurumda değildi’’ diyor Quentin Tarantino. Filmin ahlaki ya da politik duruşunu keyifli bir intikam şeklinde sunmakta bir sakınca görmüyordu. Ve Nazileri bir sinemanın içine doldurup yakarken bir ‘oh!’ çekmekten fazlasını yapıyordu elbette. Django Unchained için de aynı şeyleri söylemek yanlış olmaz. Bu kez mevzu bahis olan kölelik ve ırkçılık. Ancak, Spike Lee başta olmak üzere birçok ünlü isim, köleliğin eğlenceli bir hikayenin parçası olmayacak kadar ciddi bir mesele olduğunu vurgulayarak eleştiriyor Tarantino’yu. Açıkçası, hangi konunun nasıl anlatılması gerektiğini söylemek hiçbir şey söylememek kadar kısır bir bakış açısı sunuyor ve Tarantino’yu bunun gibi ‘muhafazakar’ bir dille eleştirmek seversiniz sevmezsiniz ayrı konu ama sinemasına haksızlık olduğu kesin. Kaldı ki, Spike Lee filmi izlemediğini dahi söylüyor. Bu konuyu burada kapatmak için yeterli bir neden!

Amerika’nın güneyinde geçen hikaye köle Django’nun ödül avcısı Dr. King Schultz ile yolunun kesişmesiyle başlıyor. Özgürlüğüne karşı Schultz’a yardım etmeyi kabul eden Django’nun asıl hedefi köle ticaretinde satılan karısını bulmaktır. Django, Schultz’a yardım/eşlik ederken adam öldürme konusunda da bir hayli yol alır. Filmin anahtar karakteri olarak görülebilecek Alman asıllı Dr. Schultz’un Django’ya ve siyahlara olan bakışı beyazları şok edecek kadar şaşırtıcıdır! Dr. Schultz, köleliği anlamsız bulur ve siyah-beyaz ayrımı çok da anlam verebildiği bir şey değildir. Cool ve komik duruşu biraz da bundandır, tüm ülkeyi esir alan ve normalleşen ırkçılığa karşıdır. Onun için Django sadece ödülüne giden yolda yardımcısıdır. Zaten itiraf eder, ‘‘Bir yandan köleliğe karşıyım. Diğer yandan teklifimi reddedecek durumda olmaman işime gelir.’’ Yani, çıkarlar büyüktür her şeyden. O yüzden Dr. Schultz’un duruşuna ahlaki demek mümkün değil.Django’yu at üstünde gören kasaba halkı içinse bu birliktelik kabul edilemez. İlk defa bir siyahı ata binerken görürler. Nasıl bir siyah at üstüne çıkabilir ki! Siyahlar ancak hizmet edebilirler, at üstünde efendileri olmalı.Amerika’daki ırkçılığı ve bu sahneyi defalarca gördük belki ama Tarantino’nun toplumsal değerleri alaya alması ve ikiyüzlülüğü resmetmesi açısından üzerinde durulmayı hak eden bir sahne. Dr. Schultz, karşısındaki kasabanın şerifini hiç düşünmeden öldürür.Beyazların kanun adamı olarak bildiği şerif tam tersi aranan bir kanun kaçağıdır çünkü.

Bu ikiyüzlülük, adalet, hukuk, insan hakları gibi kavramların henüz uğramadığı, renginden dolayı insanların katledildiği topraklarda belki küçük bir ayrıntı olarak durabilir ancak sistemin baştan aşağı bozuk olduğunu söylemek için koymuştur bu sahneyi Tarantino. Diğer yandan, hikayenin dramatik yapısını bunun üzerine kurar; intikam ve ‘vigilante’ meselesi için alan açar kendine.

Tarantino’nun bütün filmlerinde hikayeyi tetikleyen şey intikam. Ve bu uğurda her seferinde kendi adaletini kendisi sağlayan karakterler yaratıyor. Gelin, Death Proof’un kadınları, en çok da Shosanna gibi Django’yu tipik Tarantino karakteri yapan şey tam olarak bu zaten. Dr. Schultz, ödül avcılığından bahsettiğinde, Django şaşırmış bir ifadeyle, ‘‘Hem adam öldürüyorsun, hem de bunun için para mı alıyorsun?’’ diye sorar. Ancak, kısa bir süre sonra insani tarafını reddedip intikam avcılığı yapmaya başladığında Vahşi Batı kurallarına uyum sağlamakta zorlanmaz. Cesedine para sayılan bir adamı yanında oğlu olduğu için vuramaz.

Ancak, bu klişeden sıkılmışçasına sözü Dr. Schultz’a verir Tarantino bu sahnede. Schultz, Django’ya adamın yaptıklarını okur ve ardından, ‘’En azından yanında sevdiği biri var. Herkes ölürken bu şansı yakalayamıyor’’ diyerek alaycı ve net bir şekilde kuralları hatırlatıyor.

Bu ikiyüzlülük, adalet, hukuk, insan hakları gibi kavramların henüz uğramadığı, renginden dolayı insanların katledildiği topraklarda belki küçük bir ayrıntı olarak durabilir ancak sistemin baştan aşağı bozuk olduğunu söylemek için koymuştur bu sahneyi Tarantino. Diğer yandan, hikayenin dramatik yapısını bunun üzerine kurar; intikam ve ‘vigilante’ meselesi için alan açar kendine.

Dr. Schultz, adaletle çok alakası yokmuş gibi gözükse de sonuçta kötü adamları öldürür. Herkesin kendi adaletini sağladığı Vahşi Batı’da amacı para da olsa, kendi kuralları içinde istemeden de gerçek bir ‘vigilante’dir Schultz. Django ise vigilante olmak zorunda kalır. Karısını bulmak, kurtarmak için her şeyi yapmaya hazırdır. ‘Kötü’leri cezalandırmak için bir kanun yoktur, dahası kanunun kendisi ‘kötü’dür. O yüzden Django’nun yani Tarantino’nun tarihten, ırkçılardan, beyazlardan intikamı çok acı olur. Kamerasını her sahnede kanın çıktığı yere yerleştirmesi manidardır. Çok kanlı bir intikam için hazırlar seyirciyi.Siyahların özgürlük mücadelesini anlatan birçok filmde bu özgürlüğün bir beyazın elinden verilmesini izledik yıllarca. Quentin Tarantino’nun bu bahşedişe itirazı da bir hayli ‘zevkli’ ve kanlı oluyor.

Christoph Waltz’un döktürdüğü Dr. Schultz’u çok sevsek de bu cool ve sempatik ödül avcısının Django’nun zincirlerinden kurtulmasını sağlayan kişi olmasına izin vermiyor Tarantino, Django, bu kez bir beyazın yardımıyla değil karısının hayaliyle, zekasıyla, acımasızlığıyla ve beyazları aptal yerine koyarak zincirlerinden kurtuluyor (İkinci kez ve gerçek kurtuluş.)

Hikayenin uzamasına neden olsa da filme adını vermeyi hak edecek şekilde nihayete erdiriyor Tarantino.

Asıl sözünü ise Samuel L. Jackson’ın – muhteşem bir performansla – canlandırdığı Stephen üzerinden söylüyor Tarantino. Kısaca ‘beyazlardan daha beyaz’ bir siyah karakter Stephen. Özgürlüğünü kazanmış olsa da, Calvin Candie’nin paçasından kurtulamamış, kurtulmak da istemeyen bir siyah. Ve tabii ki, kölelik düzeninin en büyük savunucusu. Tarantino, onu ‘en kötü’ olarak sona bırakıyor. Beyazlardan bile kötü olduğunu üzerine basa basa gösteriyor.

Tüm bunların üzerine filmle ilgili ırkçılık tartışmaları aklınıza geldiğinde ‘‘acaba başka bir filmi mi izledim’’ diye sorabilirsiniz! Sonuçta filmdeki ‘zenci-nigger’ kullanımını ya da işkence sahnelerinin mizahi bir tonda verilmesini eleştirenlerin okuduğu gibi okumak imkansız zaten. Django Unchaiened – Tarantino’nun filmden sonra yaptığı açıklamalara rağmen – kölelikle ilgili büyük söz söylemeye çalışan bir film değil. (Bu beklenti Tarantino sinemasınndan bihaber olmak demek zaten) İntikamını ‘beyaz’ bir türde alıyor bu kez. Yine kullandığı şiddet, adalet gibi kavramları ele alış şekli, karakterleri, referansları her filminde olduğu gibi tartışılacak. Ancak, film sonrası yaptığı açıklamalardan ya da e-bay’de karakterlerin oyuncaklarının satılmasından yola çıkarak onun sinemasını atlamak ya da ‘’böyle ciddi bir meseleyi estetize ediyor’’ diyerek istismar sinemasına dahil etmek siyasilerin kullandığı dil kadar yüzeysel bir argüman kullanmakla eşdeğer ve bu kolaya kaçarak eleştiriyi basitleştirmekten öteye gitmiyor.

Tarantino, her filminde yaptığı gibi ‘küçük’ bir intikam hikayesinden dolu dolu bir sinema çıkarıyor. Django Unchained’i diğer Tarantino filmleriyle kıyaslayacak kadar sevmek onun oyuncaklı sinemasına kafa yormakla eşdeğer zaten. Hem de Spagetti Western klasiklerinin yanına yerleşebilecek güzellikteki sahne ve kadrajlarından, enfes diyaloglarından, soundtrack’inden ve Christoph Waltz ile Samuel L. Jackson’ın performanslarından uzun bir süre bahsedecek kadar...




Django'nun Dünyası

Sinan Yusufoğlu


Bir önceki filmi Inglourious Basterds’te Nazi iktidarına karşı savaşan bir grup insanın hikayesini perdeye taşıyan Tarantino, aynı yollarda yürüyerek politik olmaktan taviz vermeden kendi sinemasına has şiddetin en stilize biçimlerini kullanarak seyircisiyle buluşuyor yeniden. Bu kez hikayesinin merkezine köleliği yerleştirerek kibirli beyaz adamlarla kendi usulünce hesaplaşıyor. Tarantino, Spagetti Western’in önemli ustalarına, filmlerine saygı duruşunda bulunarak Amerikan tarihinin karanlık bir döneminde geziniyor.
İflah olmaz bir spagetti western tutkunu olan Tarantino’nun, Django Unchained’in hikayesini oluşturması bundan 10 yıl öncesine dayanıyor. Hikayenin yazım süreci ise Inglourios Basterds’ın gösterim sürecine denk geliyor. Inglourious Basterds filminde de birlikte çalıştığı usta oyuncu Christoph Waltz’un Alman ‘kafa avcısı’ Dr. King Schultz karakterine etkileyici bir yorum getirdiği filmde, Dr.Schultz’un Alman destanı Nibelungenlied’deki kahraman Siegrfeid yola çıkılarak yazıldığını hatırlatmakta fayda var. Django’nun aradığı karısı Broomhilda (Kerry Washington ) ise yine aynı destandaki Brünnhilde’den başkası değildir. Nibelungenlied destanında Siegrfeid, Brünnhilde’i hapsedildiği şatodan (ve üzerindeki zırhlardan) kurtararak özgürlüğüne kavuşturur. Tarantino’nun senaryoyu oluştururken mitolojiden beslenmesi güçlü bir senarist olarak ne kadar çok katmanlı ve titiz çalıştığının da önemli bir göstergesi.
“Hep bir Western yapmak istemiştim. Her tür Westerni severim, ama Spaghetti Western benim favorim olduğu için, eğer bir gün böyle bir film çekersem Sergio Corbucci evreninde geçmeli diye düşünmüştüm” der Tarantino The Guardian söyleşisinde ve spagetti westernin en büyük ustalarından Corbucci’nin yolundan yürüyerek ustanın filmlerindeki ahlaksal ve biçimsel giriftlikten beslenir. Corbucci’nin 1966 yılında çektiği Django’yu 2000’lere taşıyarak köleliğe karşı Tarantinovari bir mücadeleye girişir. 1966’da çekilen filmde Klu Klux Klan’lara (KKK) karşı verilen mücadele, Django Unchained’de de aynı sertlikte devam eder. Daha önce Rezervuar Köpekleri 'nde de yine ustası Corbucci’ye atıfta bulunmuştu Tarantino. Filmdeki kulak kesme sahnesi Sergio Corbucci'nin Django'da öldürülmeden önce kulağı kesilip yedirilen adamın sahnesiyle büyük benzerlikler taşır. 1966 yapımı filmde Django’yu canlandıran Franco Nero’nun Django Unchained’de karşımıza konuk oyuncu olarak çıkması Tarantino’nun ustası Corbucci’ye duyduğu saygının bir başka göstergesi.
Zincirsiz Herkül Köleliğe Karşı


Filmin diğer esin kaynaklarına baktığımızda ise Django Unchained’de beyaz adamların köleleri birbirlerine dövüştürüp öldürttükleri Mandingo ‘oyun’u dikkatimizi çekiyor. Richard Fleischer’in 1975 yılında çektiği Mandingo filmi kölelerin birbirleriyle savaşmak için eğitilmelerini konu alır. Aynı zamanda İtalyan yönetmen Pietro Francisci’nin 1959 yapımı Hercules Unchained filminin de Django Unchanied’e önemli bir esin kaynağı olduğunu belirtmekte yarar var. Yunan mitolojisinden önemli ölçüde beslenenen filmde efsanevi kahraman Hercule’ün köleliğe başkaldırarak özgürleşmesi anlatılır. Her filminin soundtrackine büyük önem veren Tarantino, Django Unchained’de de bundan taviz vermiyor elbette. Corbucci’nin 66 yapımı Django’da kullandığı şarkıyla açılan film, büyük usta Ennio Morricone’nin ‘Two Mules for Sister Sara’ filmi için yaptığı ‘The Braying Mule’e de yer vererek ustaya saygıda kusur etmiyor. 1970 yapımı ‘They Call Me Trinity’ westerninde karşımıza çıkan İtalyan besteci Franco Micalizzi’nin ‘Six Shots Two Guns’ eseri de Django Unchained’in bir başka sürprizi. Günümüzün önemli rapçilerinden RZA’in de yer aldığı soundtrack, geçmişle bugünü ustaca harmanlayarak postmodern bir spagetti western olmayı başarıyor.
Tarantino’nun ve son filmi Django Unchained’in dünyası sayfalara sığmayacak genişlikte bir bakıma. Oldukça zihin açıcı okumalara müsait bir film olan Django Unchained’de belki de onlarca filme, yönetmene ve kitaba referans verebiliriz. En iyisi lafı burada kesip Tarantino severlere bu dünyayı keşfe çıkmalarını önerelim. Tarantino’nun ‘zincirsiz’ sineması her zaman olduğu gibi seyircisine büyük bir keyif vaat ediyor.




Tarantino ve Şiddet

Kaan Karsan

Quentin Tarantino’nun filmlerinde şiddetin tezahürüyle ilgili senelerdir alıp yürüyen tartışma, genellikle şiddetin bir amaç mı araç mı olduğu çıkmazının üzerinden konuşulur durur. Tüm bu derinlemesine tartışmanın ardında ise aslında büsbütün çocuk ruhlu ve bütün bunların bir eğlenceden ibaret olduğunu savunan bir yönetmen vardır. Öyle ki Tarantino, kendisine mevzubahis konuyla ilintili gelen soruları sinirlenerek geri çevirir; sinemanın birkaç saatlik bir yanılsamadan ibaret olduğunu savunur ve konu hakkındaki tavizsizliği konuşturur. Kendisine sanki dünyanın en ciddi işlerinden birini yapıyormuş gibi yaklaşılmasından hiç hoşlanmaz.

Kesilen kulaklar, uçurulan kafatasları, çıkarılan gözler, kafası patlatılanlar, karnından bıçaklanarak can çekişmeye terk edilenler… Tarantino’nun filmlerindeki abartılı tüm şiddet duraklarının hepsi aslında tür sinemasında ucuz bir b-filmine yaraşır türdendir. Ancak Tarantino güçlü hikâye anlatma becerisi sayesinde bunların hepsini ‘mantıklı’ olmasa da şık bir görsellik içerisinde estetize etmeyi başarır. Zaten asıl tepki ve tartışma da her daim bu ‘şık’ çerçevenin yansımasından doğmaktadır. Zira kimse küçük bir parayla çekilen z-sınıfı bir filme inanmayacaktır; ancak Tarantino o kafaları o kadar güzel bir biçimde patlatmaktadır ki, bundan keyif alıyor olmak seyircinin vicdanına tuhaf bir rahatsızlık bahşetmektedir.

Tarantino referanslarla dolu sinemasında neredeyse her kişisel elementini başka bir ustanın referansı üzerine kurmuştur. Bu nedenle filmlerindeki şiddet de kökeninde kişisel beğenilerinin, kendi karakterini oluşturan sinemanın ve alışkanlıklarının mahsulüdür. Bu nedenle tarihi bükerek Adolf Hitler’i erkenden mevta etmeye kalkan bir filmin şiddeti, en fazla tarihsel gerçekçiliği kadar dürüst olmalıdır. Zaten Tarantino’nun bir aslında bir savunmaya dahi ihtiyaç duymaması da tam olarak bundan ileri geliyor. Tarantino’nun gelini üzerine saldıran yüzlerce adamı kesip biçerken bundan ‘suçlu bir keyif’ alıyor olmak sahnenin gerçeklik potansiyeline inanmak değildir de nedir? Kısa filmografisinin başından sonuna kadar Quentin Tarantino’nun tüm bu şiddeti temelde ‘karton’ bir görsellik üzerine kurduğunu da eklemek gerekiyor. Zira kendisi, karakterlerinin derinleştirirken mevzusunu derinleştirmiyor ve şiddeti neredeyse bir çizgi-film bakışıyla süslüyor. Bir ‘arcade’ oyun gibi ‘boss-fight’larıyla nihayetine erdirdiği ve belli bir çizgiselliğe taşıdığı filmleri en az kendisinin kullandığı kadar kana –mutlak suretle- ihtiyaç duyuyorlar.

Bütün bunların ışığında Tarantino sinemasını tanımlayan unsurlardan biri olan estetik şiddetin temelde bir amaçtan ziyade bir araç olduğunu da belirtmek gerekiyor. Zira Tarantino’nun yarattığı bu şık sinema evrenine giden yol, kendine ait referanslarından geçiyor. Zaten kendisinin bizlere sunduğu tek şiddet de kanın, kılıcın, silahın şiddeti değil. Zira filmlerinin mizahi boyutuna katkıda bulunan ağız dolusu küfürleri de onun kendine özgü sinemasını şekillendiriyor ve bir tür metinsel şiddet takdim ediyorlar.

Tarantino Kullanma kılavuzu dahil kaynak için bkz: http://yergosterici.ntvmsnbc.com/06/#/8