Bilge Karasu'nun Öteki Yazılar'ı dönüp dolaşıyor kafamda. Rastgele yürürken, herhangi bir sokağın herhangi bir kaldırımında ya da alçak bir duvarında, bir cadde üzerindeki bankta ya da kahvehanede sigara içerken. "Nedir bu yazılar?"dan ziyade söyleyeceklerini madde madde yazması kafamda dönüp durma sebebi. "-lar" çokluk ekine bakıp aldanmayalım bir de birden fazla yazı değil, tek yazıdan söz ediyoruz. Ya da her maddeden çıkarılması gereken yazılar, notlar, nedenler, nasıllar, niçinler vs. vs. vs. Madde madde diyordum. Devam edeyim.
- Okulu bitirmekle bitirmemek arasındaki noktada dururken okul bitmiş gibi iş güç sahibi olman salık verilirken okulun bitmemesinden ötürü ders çalışma zorunluluğu da hatırlatılıyor aynı çevreden. Bir de bundan sonra devam edilmeli mi okula? Edilecekse nerede ne çalışılacak? Dolayısıyla o neresi hâlâ bilinmeyen yere nasıl gidilecek? O var bir de yani. Bir de o var. Evet!
- Hani okul bitmedi, ama bitti ya --uzattım demenin bir sürü yolu var bu da onlardan biri- bütün gün oturuyorum. Anneme yorgunum ya da uykum var dediğim de (Kürtçe) "Boş kalmanın yorgunluğu bu." deyip teşhisi yapıyor. Evet, boş kalmanın yorgunluğu bu. Zira saat akşam 8.23'ü geçiyorken ben hala uykum açılsın diye çay üstüne çay, sigara üstüne sigara içiyorsam pek de haksız sayılmaz. Oturmaktan yorulunca uzanıyorum, uzanmaktan yorulunca da oturuyorum. Bilgisayar da sürekli açık ve mütemadiyen film indirmekte arka planda. Laf aramızda evdeki ineternet odamdan çekmez oldu, ya modeme bir şey oldu, ya da ineternetin ebesini... Ya da bu TTNET denen şirket yine bir şeyin peşinde -şey zamirdir ve her şeyin yerine kullanılabilir. Piç mesela, orospu çocuğu mesela. Küfür yok beyler, ayıp oluyor!
- Gece dışarı çıkmak gibi bir alışkanlığım yok, nasıl olsun iki gündüz bile dışarı çıkmaktan onu bırak kıçını kaldırıp mutfağa su içmeye ya da üst kattaki balkona çıkıp sigara içmeye erinen biri gece neden dışarı çıksın? Söyleyeyim. Gazete almak için. 2013 nisanında birlikteliğimizin 5. yılını kutlayacağımız -onların benden haberi yok bir keresinde hatta 2 keresinde Elazığ'a gelmemesinden ötürü 2. keresinde arayıp neden böyle dediğim için konuşmuştuk yetkili bir hanefendi* o kadar- Radikal'in Kitap eki için Radikal ve unutmazsam aldığım Cumhuriyet Kitap için Cumhuriyet gazetesi almak için...Biri perşembe öteki cuma gününe denk geliyor. Onun dışında çay içmek için bir kahvehaneye gitmek için. Estikçe ya da sıkıldıkça. Laf aramızda çok iyi bir kahvehaneye rastaladım. Kahvehanenin kendisi güzel olmaz elbette sahibi güzel olur. Esnaf yani. Esnafı güzel oldu mu şehir de güzeldir. Merhabalarınıza, kolay gelsinlerinize cevap verir. Bu yüzden güzel diyorum kahvehane için. Estikçe, 15 dakika yol, varır varmaz bir sigara, 2-3 dakikaya kalmaz çay gelir, bir sigara daha, gazete alınmışsa ona bakılır -sadece büyük yazılar- sonra efendime söyleyeyim telefondan Death Moto oynanılır, bir çay ve bir sigara daha sonra hadi marş marş eve...
- Elleri ceplere koymanın kaç nedeni olabilir sizce? Üşümek? Artistlik? Çevredekilere buraların yaygın söyleyişiyle "ulaa oğğlum ne ayaksın sen!" demek istemek? Rahatlık? Özgüven eksiklği? Elleri saklamak? Özgüven eksikliği, elleri saklamak ve o kalabalığın arasındaki terleme, kusacak gibi olma halini gizleyip "ben rahat adamım aga, az biraz da artistlik var, bak görüyor musun, kulaklık da var kulakta. Kimseyi iplediğim yok." demek. Demek. Demek... Öyle değil işte efendim. Bu işler öyle yürümüyor yani. Eller soğuk olduğu cepte olur, ya da rahatlık için. Kalabalık terletiyorsa, kalabalığın terletmesi ara ara yol kenarında kusturmaya varacak derecede rahatsızlık veriyorsa? Ya o durup dururken korna çalan insanları, kaldırımda önümden ya da arkamdan tam gaz "bir rüzgar gibi geçti" dercesine geçen motosikletli it oğlu itler? Üstelik araba ve motosikletlerden korkan biriyken. Kulaklık da bunları duymamak için bir önlem. Annemin; "dünayaya yabancılaşıyorsun, etrafına bak biraz", babamın; "kaza yapacaksın oğlum hiç olmazsa bir tanesini çıkar." sözlerine inat.
- ara cümle: --sigara vakti, su yakmıyor bu kafa!--
- Yazı sırasında sigara ihtiyacından korkarım ben. Sigaradan sonra bazı şeyler değişiyor çünkü. Ne yazacağımı unutuyorum bazen. Bazen de aklımdakilerden çok farklı şeyler yazabiliyorum. Şimdi ki gibi. Yaklaşık 5 dakikalık bir pencere önü saksısı rolünden sonra sandalyeye oturmamla bazı şeylerin uçtuğunu farkettim. Ne yazacaktım ben 6'ya? Öteki maddeye geçelim. 7.
- Müzik. Şu sıralar yeni bir şeyler dinlediğim yok. Tesadüfen öğrendiğim birkaç albüm dışında. Biri film indirmeye çalışırken TPB'nin ana sayfasında denk geldiğim albüm kapağına aldanarak indirip dinlediğim
Stockholm - Eyes In The Dark, diğeri yayınlanmaya başladığı ilk günden bu yana severek olmasa da izlediğim, bir şekilde bir bağ kurduğum Arka Sokaklar dizisinin müzikleri. Bilmiyorum, diziyle gerçekten bir bağ kurduğum için mi böyle oldu, yoksa Murat Evgin çok mu güzel müzikler ortaya çıkardı da bu albümü sevdim? Nedeninden emin değilim, ama daha önce Yann Tiersen'in Amélie ve Nicola Piovani'nin La vita é Bella filmlerinin müziklerinin sahip olduğu özel yerde artık bu albümün de yer aldığı gerçeği. Her şarkısında her notada ayrı keyif ve ayrı sahne...
Filmlere gelince. Tarantino'ya Soysuzlar Çetesi ile bir daha hayran kalırken -bu film hakkında uludağ sözlük'te uzunca bir yazı yazdım, ama bol küfürlü olduğu için buraya alamıyorum, oradaki en küfürlü yazı benim arzu eden okuyabilir- aylardır bilgisayarda duran Jackie Brown hâlâ duruyor. Kubrick'ten ise Full Metal Jacket var aklımın bir köşesine yazdığım ve jenerikteki Paint İt Black müziğiyle izlememin üstünden haftalar geçmesine rağmen hâlâ etkisinden çıkmış değilim. Zaten bu yüzden telefon çalarken bu şarkı çalıyor artık. Hem nadiren çalıyor zaten o telefon, e çalınca da kimseyle konuşmak istemediğimi ve onun da siyaha boyanmasını istediğimi tekrar hatırlatır diye. Eh, sonuçta hepimiz bazı şeylerin siyah olmasını isteriz neticede. Hiç olmamasını ya da. Neyse, A Clockwork Orange (1971), To Rome With Love (2012) ve Thirteen Days (2000) fllmleri listede. Uygun ortamda izlenecek. Labaratuvar ortamında olmadığımız için zaman belli değil. Bir de Batman The Dark Knight Rises beklemekteyim. Torrente düşmüş, ama bütün dünya bu anı bekliyormuş, bütün kaynaklar kaplumbağa hızında. Türkçe dublaj indirdim, ama ileri geri aldıktan sonra vazgeçtim. Orijinalini beklemek daha mantıklı. - Dergi var bir de. 2009 kasımında ilk sayısını çıkarmıştık. Yani bu ay 3. yılı ve 25. sayısını hazırlamaya çalışıyorum. Herkes yazılar yollamadı yine tabii. Yine birkaç siteden izin isteyip alıntı yazılara yöneldim, sözlüklerden 2 kişi buldum, onlar yazı verdi. E yazılarını aksatmadan veren yazarlarımız da olunca bu sayıdaki yazıları da bir şekilde toparlamak nasip oldu. Ama kapak sıkıntı yaratıyor. Şu nedenle. Madem 3. yıl, benim hiçbir şeye benzmeyen, orijinallikten uzak tasarımlarımın yerine adam gibi bir şey olsun diye beklemedeyim. Birkaç yere, birkaç kişiye sordum cevap gelmedi. Sağ olsun, tasarımlarına ve yazılarına hayran kaldığım bloguna bir şeyler yazınca hemen okuduğum kişi geri dönüş yaptı, ama işleri var belli. Son çarem olacak. Rahatsızlık vermek, birini işinden alıkoymak iyi değildir. Ha, dersiniz ki; "e biz bu yazıyı okuyarak zaten işimizden alıkoydun, daha ne kadar engel olmayı düşünüyorsun işimizle bizim aramızda?" bana ne kardeşim, ben mi açın okuyun dedim.
Selametle...