‘hadi tembellik edelim.. sevmek ve yemek içmek hariç – bir de tembellik hariç..’ – Guthold Ephraim Lessing (1729-1781)

‘işin aslı , erken kalkma konusundaki bu toplum baskısı bizleri düşünmekten uzaklaştırmak amacını taşır.. 1993 yılında radikal düşünür ve aynı zamanda uyuşturucu üzerine araştırmalarıyla ünlü terence mckenna ile bir röportajım sırasında kendisine , ‘neden tembellik etmemize izin verilmiyor..’ diye sormuştum..

‘boş eller şeytan’a hizmet eder , diye bir deyiş vardır.. sanırım , toplumu tembelliğe alıştırmamak bu deyişe dayanıyor.. tembellik onları korkutur çünkü tembeller düşünen insanlardır.. düşünen insanlar ise , onların işine gelmez.. tembeller yaşadıkları koşullardan memnun olmayan bir kesimdir.. bence tembelliğin bir karşılığı da ‘hoşnutsuzluktur..’ insanlar sürekli bir takım işlerle meşgul olduğu sürece , hoşnutsuzluklarını düşünecek zaman bulmaz.. freud ‘iç gözlem marazidir’ der.. içe dönüklük ve asosyallikle iç gözlemi bir tutar ve sağlıksız , hatta hastalıklı bir durum kabul eder..’



oysa iç gözlem , insanı gerçeğe götürür : çarpıtılmış yaşamımızın dehşetini gözler önüne seren dehşet verici bir boyuttur bu.. yazar will self , ‘ düşünmeye karşı bu tabu , ingiltere’de protestan iş ahlakının yarattığı bir engeldir’ der.. ‘insanlar boş durmamalı zihniyetinden kaynaklanır – yani düşünmemeleri istenir..’

bu tabu tüm batı dünyasında yerleşmiştir.. hükümetler tembelliği sevmez çünkü tembeller onları endişelendirir.. tembeller gereksiz ürünlerin üretimine katkıda bulunmazlar , gereksiz tüketim yapmazlar.. tembelleri kontrol altında tutamazlar.. tembeller yardım ve desteği de kabul etmez..

naziler , tembellikten nefret emiştir.. 26 ocak 1938 tarihinde himmler ‘çalışma özürlü’ olarak tanımladığı tembel insanların çalışma kamplarına gönderilmesi emrini vermişti :

‘bu utanç kaynağı insanlar , çalışabilecek yaşta ve başta olup , doktor raporuyla bu yeterlilikleri saptanmış kişilerdir.. geçerli bir neden göstermeksizin , üst üste kendilerine yapılan iş önerilerini kabul etmemiş ya da işe başlayıp kısa bir süre içinde yine geçerli bir neden göstermeksizin işinden ayrılmış kişilerdir.. bu kişiler weimar yakınındaki buchenwald çalışma kampına götürülecektir..’

çalışma kamplarında tembellere siyah bir üçgen işareti bulunan iş tulumları giydirilmişti.. politik suçlular kırmızı , yahova şahitleri mor ve suçlular yeşil , homoseksüller ise pembe üçgen işaretleriyle belirlenmişti.. himmler tembelleri ‘mikrop’ olarak görüyordu – sağlıklı bir devlet yapısını ve naziler’in mükemmel dünya hedefini salgın bir hastalıkla yok edecek bir mikrop..

güne bir şiirle başlamaktan daha keyifli ne olabilir.. john keats’in mektuplarını okurken , büyük şairin de aynı görüşte olduğunu fark ettim.. kentli insanlar şiir gibi boş şeylerle zaman kaybetmez.. ancak bir şiiri okumak sadece birkaç dakikalık bir iştir ve insan üzerinde etkisi muhteşemdir.. saat 10:00’da yatağında yatan bir tembelin ise , bu muhteşem deneyime bol bol zamanı vardır..

keats 23 yaşındayken , ‘insanın sadece okuyarak bir yaşam sürdürülebileceğini düşünüyorum’ diye yazmıştır.. ‘herhangi bir gün herhangi bir şiirle bambaşka bir dünyada gezinebilir , düşlere dalabilir , geleceği görebilirsiniz.. ne müthiş bir düşünce yolculuğu , ne keyifli bir kendinden geçiş ve ne anlamlı bir tembellik..’

keats’in son cümlesindeki tanımlar , gerçekten de , hareketsizliğin yaratıcı etkisini mükemmel bir şekilde anlatıyor.. sonraki satırlarında tembelliğin yüceliğinden bahsediyor : ‘arılar gibi sabırsızca çiçekten çiçeğe konmaktansa , çiçekler gibi yapraklarımızı açıp pasif , düşünce ve bilgiye açık , algılamaya hazır beklemeliyiz..’

hareketsizlik , ağırbaşlılıktır- yüceliktir.. hareketlilik başarısız insanlar içindir.. oscar wilde ‘the critics as artist’ (1890) adlı yazısında hareketliliğe nasıl saldırıyor bakalım : ‘hareketlilik , yapacak bir şeyi olmayan insanların sığınağıdır.. hareketliliğin kaynağı hayal gücü eksikliğidir.. düş kurmayı bilmeyenlerin kaçışıdır.. hareketlilik , sınırlı ve görecedir.. oysa sınırsızlık , rahat bir oturma pozisyonunda etrafını izleyerek yalnız başına gezinen ve düş kuran insanlara özgüdür..

insanlar bu korkunç sosyal idealin zalim pençesinde ezilerek birbirine sürekli olarak ’ne yapıyorsun’ diye soruyor.. oysa , uygar insanların birbirine sorması gereken tek soru : ‘ne düşünüyorsun’ olmalıdır.. düşünmek hiçbir vatandaşın vicdan azabı duyacağı bir günah değildir – yüksek kültürlerde insanoğlunun tek uğraşı düşünmek olmuştur..

şunu söylemeliyim : hiçbir şey yapmama , dünyanın en zor işidir – zor olduğu kadar da en entelektüel uğraşıdır.. seçkin insanlar böyle var olur..

düşünce , bir şeyler yapmak değildir – var olmaktır.. sadece var olmak da değildir ; düşünerek bir şeyler olmaktır çünkü bu ruh bir şeyler olabilmemizi sağlar..’

oscar wilde bu sözleriyle bir tembeli toplumun acınacak parazitleri durumundan , yararsız ve rahatsız edici , akılsız bireyler düzeyinden tanrı katına çıkarır.. tembeller topluma yük olmak bir yana , toplumun özel ve seçkin insanlarıdır.. onlar görüş sahibi , öncü kişilerdir.. diğer insanlardan daha net bir şekilde olayları görürler ; diğer insanların girdiği kalıpları reddederler.. gözleri açıktır.. onlar kendilerine zaman ayıran insanlardır..

insan olun.. düşüncenizde sonsuzluğa ulaşın.. tanrılaşın.. ve yatağınızda kalın..’

‘tembel ve özgür ruhlu amerikalı şair walt whitman da mutluluğunu şöyle coşkuyla kağıda dökmüştür :

‘o insanları ne kadar çok seviyorum.. hiç kimse onların dehasına , yaşam tarzına ve asla vazgeçmeyecekleri özgülüklerine ulaşamaz.. boş gezen insanlar.. onlar tembel değildir ; bugün on iki saat ya da on dört saat çalışırlar , yarın işe el sürmezler.. yatarlar , uyurlar , dinlenirler.. onurlu , şerefli insanlardır.. çok eski bir geleneğin insanları olarak , sonradan görmeler ve züppelere yeğlediğim insanlardır..’

‘pascal ‘belalı insanları’ şöyle tanımlar :

‘ bazen oturup insanların koşuşturmalarını düşünüyorum da , savaşlar , mahkemeler , ayaklanmalar , kötü niyetli girişimlerin hepsi ve insanın mutsuzluğu evinde sessizce oturmayı becerememesinden kaynaklanıyor diye karar veriyorum.. kendi gereksinimlerini karşılayabilen bir insan ya da bir toplum , ülkesini bırakıp denizaşırı ülkelere gidip bir kaleyi ele geçirmeyi neden düşünsün ki.. evinde ya da memleketinde kalıp keyfini çıkarmayı bilse , bunlara hiç yeltenmezdi.. uluslar kendi sınırlarını bilip mutlu olmayı öğrenebilseydi , ordulara bu kadar para yatırmazlardı ; insanlar evde yalnız kalmayı bilselerdi kumara sarmazlardı..’

‘TEMBEL AYAKLANMASI , Yan Gelip Yatmanın Manifestosu..’ , TOM HODGKINSON ,

Çeviri : NEŞE OLCAYTU , E Yayınları , Mart 2007 , 256 Sayfa..

Aykakadamız