Kıt felsefe bilgimle ulaştığım sonuç şu: İnsanın aradığı temel sorulardan biri; "İnsan doğası gereği iyi midir, kötü müdür?" Madem insan bu soruya cevap veriyor e ben de bu sınıfta yer aldığıma göre ben de bir cevap vereyim. Hayır! Size değil, uyanışımdan bu yana ara ara sorduğum sorulardan biri olduğu için kendime cevap vereceğim.
            İnsnalığın ilk oğulları, ilk kardeşleri Habil ve Kabil... Biri ak diğeri kara demeyeceğim; çünkü... Kabil, Habil'i öldürdü. Cesede ne yapacağını bilemeden öylece kalakaldı. Sonrası malum hikaye.
            İnsan, binlerce yıl gelişimini sürdürdü; ancak ilk kez Kabil'in üstelik kardeşine yaptığından vazgeçmedi. İlahi bir emirmiş gibi öldürmeye doyamadı. İnsanlık tarihinin yüzbinlerce yıllık bir süreçten sonra bugüne geldiğini düşünürsek öldürmeye olan bağımlılığımızın ne kadar endişe verici olduğunu daha net görürüz. Eskiçağ tarihinde yapılan savaşları "İlk organize kavgalar" şeklinde nitelendiriyoruz. En azından hocamın bu tabirini kabul eden ben. Üç kelimeden oluşan tek terim, birkaç kelimeden ibaret araçlar; "İlk organize savaşlar; keskin taş, kemikten bıçak, kemikten mızrak..." Günümüze dönelim: "Psiklojik savaş, soğuk savaş, gayri nizami harp; nükleer, biyolojik, kimyasal silahlar, hayalet uçaklar, kıtalararası füze, misket bombası, mayın..." siz bunları uzatın. Uzatılmaya en müsait listelerden biri çünkü bu...
            Oktay Akbal 1968 yılında yazdığı "Açlık Kangreni" adlı yazısında şunları söylşemiş. Aynen alıntılıyorum: "... Uzaylarad meydan okuyan insanlar, teknik ilerlemenin sonuçları, mutlu veya mutsuz sonuçları... Ancak her şeye rağmen, teknikte aşılan yol başdöndürücü. Yıkmak, daha çok yıkmak için; öldürmek, daha çok öldürmek için teknik alanda yarış var. Rus'u, Amerikalı'sı, Çinli'si, Fransız'ı hepsi bu yarışta. Ne kadar çok öldürürsen, o kadar teknşkte ilerisin! Ne olur bir de, "Ne kadar çok insan yaşatırsan, o kadar uygarlıkta ilerisin." ilkesini uygulamaya çalışsak." Denemenin yazıldığı yılı özellikle verdim. Nedense 'binlerce yıl öncesi' dediğimizde bir hayalden söz eder gibi duruyor; ancak günümüze çok da uzak olmayan bir tarih verdiğimizde parmaklarımızı ısırmaya başlarız. Sayalım 42 yıl önce yazılmış Oktay Akbal'ın o yazısı. Babamdan bir yaş büyük. Peki o 42 yıldan bu yana neyi çözdü bu insanlık? Bir hiçten başka her şey.Daha çok silah üretti, daha çok insan öldürdü, daha çok düşmanlık, daha çok terörizm, daha çok vahşet yarattı. Bunlardan başka her şey yalan! Dostlukmuş, arkadaşlıkmış güvenmiş...
            Lisedeyken tarih hocam şunu söyler dururdu: "Devletlerarası ilişkilerde dostluk aranmaz, bu tür ilişkilerde sadece karşılıklı menfaat vardır. Dostluğu arayacaksanız insanlar, bireyler arasında arayacaksınız." Ne çok inanmıştım o cümlelere. Dostluk dediğin insanlar arasında olur devletlerarasında değil. Ama bugün gördüğüm; dostluğun belki bir zamanlar varolduğu, şimdiyse kendine bir ütopyadan başka yer bulamadığı. Bu, yalan olsaydı bugün hemen yanıbaşımızda savaşlar olmazdı, nükleere sahip ülkelerin, başkalarının sadece kendilerine kendilerine tehdit olduğunu düşündüğü için sahip olmasını engellemez, kendi elinde olanları yok edip bu, insanlık için tehilikeli derdi. Öte yandan, insanlar birbirini boğazlamak yerine sevmeyi, sevmenin anlamını bulmak için çabalardı. Ama bunların hiçbirinin olmayacağı çok açık. Bırakın milyonları milyarlarca aç insnı doyurmak, yaşatmak yerine bu milyarlarca insanı öldürmek için çabalıyor insan. İlahi bir emirmiş gibi. Oysa bunların ilahi bir emir olmadığı ortada. Tüm dünlerin birleştiği ortak noktalardan biri "Öldürmeyeceksin!" olduğuna göre bırakın daha çok toprak, para vs. için yapılan savaşları, din perdesine büründürülerek yapılan savaşları milyarlarca insan katlinin hesabını nereye koyacağız?
            Bu yazı için cevabım: "İnsan, doğası gereği kötüdür."
Not: Oktay Akbal'ın "Açlık Kangreni" adlı denemesi için;
"Yaşam Bir Uzlaşmadır, Oktay AKBAL, Dünya Yayınları, Ağustos 2004
Murat Mutlu