Bir yazı yazmak ne kadar uzun sürer ya da bir yazıyı düşünmek, yani yazılacak yazının ne olacağını, nereye uzanacağını, nereye değeceğini varsaymak belki tasarlamak. Tasarlamak büyük, çok büyük bir kelime bu konuda. Ortadoğu Araştırma Merkezi'nin dergisinde yayınlanir umudu ile yıllar önce Ermeni Tehciri ile ilgili kitap hakkında yazacağım eleştirinin ilk cümlesini haftalarca aramam, yazıyı tasarlamam ve nihayetinde yurttaki çalışma masamin başına geçmemle kafamda kurduğum her şeyin bir anda yok olması ve bambaşka bir şey yazmaya başlamam gibi trajik bir durum bu. Bu yazının başına geçmem gibi. Teknik olarak bu yazıyı kafamda kurmuş sayılmam, bir şey düşünmedim yani, ama yazının insanı çağırdığını, o andan itibaren de bir köle gibi söz konusu yazı için çırpındığı gerçeğine inanıyorum. Roman ya da öykü yazılıyorsa yazı ile birlikte hem karakterin hem olayın kölesi haline geldiklerine inanıyorum yazarların. Masanın başına geçilmesi veya bir bankta otururken çantadan çıkarılan defterin dize konulup yazmaya başlanılması bu gerçeği değiştirmiyor. Söylemek istediğim, zaman, mekandan ve aktarıcının durumundan bağımsız bir şey bu.
Ilk paragrafı girizgâh kabul edip devam etsem battaniyenin altına girmeden hemen önce aldığım mandalinanın, ictigim suyun animsattiklarini yazmamam gerek. Öte yandan devam etsem benim için hâlâ muğlak olan konu hakkında ahkâm kesmeye devam etmem gerekecek ki haddini bilen şahsıma konduramıyorum bunu. O halde neyden soz etmeye devam etmeliyim ki aylardır beklettiğim filmi bu gece de izlememek, yine aylar önce bitirmem gereken albüm "elestiri"sininin çevirisini bitirmemek, 3 kez birakip 4. kez başladığım Mülksüzler'i okumamak icin sağlam bir mazeret olsun. Bakın, konu kendiliğinden dallanıp budaklandı! Izlemedigim filmlere yapmadığım çeviriye, okumadığım kitaplara değdi mudahele etmesem dinlemediğim yeni albüm ve podcastlere, postahanede bekleyen kartlarım, çantamda bekleyen 2 mektup ve onlarca karta oradan şimdi çalan, Nick Cave albümünü neden sevdiğime ve nihayetinde Mark Knopfler'i çok uzun zamandır dinlemedigimi farketmeme... Birsen Tezer, Ezginin Günlüğü ve Feridun Düzağaç'ın sesini duyar duymaz kapaklı tükenmez kalemin kapağının kapandığı sırada çıkardığı ses gibi bir sesi duyduğumu da uzanacak. Işte ben buna yazıya müdahele derim. Yazinin daha az şeyden bahsetmesini sağlamak için küçük, masum bir müdahale. Demokrasi getirmek ve daha az kan akmasi için muhtelif cografyalara yapilan mudahaleler giibi. Arada çok fark tabii ama ana fikir "başarısız müdahale."
Sonuçta yazı da başarısız bir girişim oldu. Çünkü her zaman saklamak istediğim, yazıda veya sözde veya yüzümde görülmesini, duyulmasını, okunmasını istemediğim "bla bla bla bla"lar sağ olsun. Kendim icin yeni bir mecra yaratmaktan imtina ettiğim, deftere yazmaktan vazgeçtiğim için de bir müddet sonra bu başarısız yazılar benim için dahi neyden söz ettiği bilinmeyen "şeylere" donusuyor ki bir anlamda istediğim bu. Yine de zaman damgası olan mektuplar ve kartlar bu yazılar için birer ipucu sayılıyor ne yazık ki.
*Bu akşam Yedi Karanfil'i tekrar dinledim. 3. albümün hâlâ dinlenilebilr bir albüm olduğunu duymak şaşırttı. Loreena McKennitt'in yeni albümü olması gerekenden daha mistik sevemedim. Birkaç kez daha dinleyeceğim ama korkarım ki bu albüm de Elemental'in gölgesinde kalacak. McKennitt diskografisi icin Elemental albümünü haşmetli bir çınar yüzlerce yıllık bir palamut ağacı gibi düşünüyorum. Bütün albümleri işte o çınarın gölgesinde. Apocalyptica'nin 7th Symphony albümünü 5 yıl aradan sonra ilk kez dinledim 3 gün önce Broken Piece ve Not Strong Enough şarkıları bile tatminden çok uzak. "End of Me" de böyle mi acaba dusunmeden duramıyorum. Bari o şarkı kalsın bir köşede deyip albümü kapattım. Ezginin Günlüğü'nün son albümünü hâlâ dinlemiş değilim görünen o ki daha uzun süre de bir köşede kalacak. Manuş Baba'nin son albümü imzalı olarak geldi. Gönderen arkadaşa kuyruğuna basılmış başka bir kedi yok muydu mesela Ilkay Akkaya'nin Kürtçe şarkı söylerken çıkardığı ciyaklama, adamın ciyaklamasıyla yarışır deyince kahkahayı bastık. Doctor Who'nun son sezonu hayal kırıklıklarından örülü saçma sapan olaylara, toplumsal mesaj vermem gerekiyor yoksa ölürüm kaygısı ile çekilmiş 10 bölümden ibaret. Capaldi'nin "time! time doesn't pass." repliği bile son sezonu cebinden çıkarır. Ayni anda hem Sherlock'un 4. sezonunu hem Doctor Who'nun 10. sezonun batıran Moffat'ı bile ozletti yeni seneryo ekibi. Bu çok büyük bir başarı kendilerini tebrik etmek lazım. Hafızamı kaybedip Battlestar Galactica'yı ilk kez izliyormuş gibi izleyebilsem keşke. Iyi ki Predator filmi hakkında söylenenlere aldanmayıp izlemişim şahane film yapmışlar.